Geçtiğimiz aylarda kıymetli bir hocanın muayenehanesinde uzun zaman yoğun bakım hemşireliği yapmış bir kardeşim ile tanıştım. Görüşmelerimiz sonunda ona bir soru
sordum:
– Hiç ölümlere şahit oldun mu? Ölüm anında yalnız başlarına makinalar altında ne yapıyorlar?
Uzun uzun ellerine baktıktan sonra, yüzüme tokat gibi çarpan şu cevabı verdi:
– Evet, sayamayacağım kadar çok ölüme şahit oldum. Hepsinin ortak özelliği son anlarında ağızlarındaki oksijen maskesini atıp, üzerlerindeki kabloları sökmeye çalışıyorlardı.
– Peki, siz ne yapıyordunuz?
– Biz kabloları geri takıyorduk, tekrarı olursa, bu defa ellerini bağlıyorduk! Böyle de can veriyorlardı.
Allahuekber!
Anında aklıma tahrif edilmiş tevrattaki şu ayet geldi.
Yahudiler:
“Acıklı ölümlerle ölecekler” (Yeremya 16/4)
Diye bizim üzerimize yemin etmişlerdi! Biz bugün her tıbbın bir dini vardır ve bugünün tıp anlayışı asla İslam değildir derken tam da bunu kast ediyorduk!
Biliyorsunuz ki, yahudiler öyle sistemli çalışıyorlar ki bir santim boşluk bırakmadan yüzyıllar evvel yaptıkları planları aynen bugün üzerimizde uyguluyorlar. Tekrar çınladı kulaklarımda…
Son anlarında rahat can verebilmek için kabloları söküyorlardı, biz de ellerini bağlıyorduk
SubhanAllah! Ne zaman müslüman feraseti ile bakacağız? Daha başımıza ne gelmesi lazım ki? Öyle bir sistem yerleştirdiler ki müslümanların üzerine, akıl tutulması yaşar hale geldik.
Tabutlarımızın üzerinde “Ölüm ne bir dakika ileri, ne bir dakika geri” yazıyor, lakin hala öleceğini bile bile terk eder olduk sevdiklerimizi buz gibi odalara.
Çünkü bu empoze edildi zihinlerimize. Evvelce yaşlıların vasiyetleri vardı, sımsıcak yatakları vardı, başında Yasin okuyanları, zemzemle ıslatılan dudakları, helallik almaya gelen eş/dostları vardı.
Sımsıcak, tevekkül dolu, İslam’i olan ölümümüz buydu bizim! Çünkü vuslat vardı işin ucunda kavuşmak vardı! “3 gün yatak, 4. gün toprak” diyorlardı cesurca, ölümü “çare” bilircesine…
Yoğun Bakımda Ölüm
Bugün biz ne yapar olduk kendimize? Yapayalnız, çırılçıplak, duasız terk ettik sevdiklerimizi yoğun bakım ünitelerine.
– Ben bizzat morgda pek çok hastanın boğazının delindiğini gördüm; neden?
– Nefes yolu açtıkları için.
– Zaten bu insan son nefesini vermeye çalışıyor neden bir de zulmedip nefes yolu açıyorsun?
– Bize böyle öğretildi..
Bunları dile getiren kardeşimiz gözyaşlarını tutamıyor, ve diyor ki; “Billahi durum
sandığınızdan çok daha vahim!”
Burada asla doktorları suçlamıyorum çünkü onlara dayatılan sistem bu, öğretilenler bunlar. Müslüman son nefesi verebilmek için çırpınıyor, biz ellerini bağlıyoruz. Sadece bu kadarla kalsa; eskiden her ölü evinde yıkanır, kefenlenir, evinden çıkardı ölüsü. Bugün ölüler evlere sokulmuyor…
Kapının önünden görünse de iyi; öyle böyle helallik al gönder! Yıkadıkları sabunlar kimyasal, sardıkları kefenler titanyum dioksit, döktükleri kafurlar sentetik…
Biz neyin telaşındayız kardeşler? Dirimize sahip çıkamıyoruz, ölümüze hakim değiliz, peki biz bu hayatta neden varız!?
Tv dizilerini bölüm bölüm mahşerde anlatmak, en güzel börek tariflerimizi Allah ve Rasulünün önüne koymak için mi?
Biz öyle büyük bir savaşın içerisindeyiz ki, tarifi yok zalimliğinin; ve biz bu savaşta uyuyoruz! Düşman evlerimizde, evlatlarımızın ensesinde, yaşlılarımızın canına kast etmiş. Biz ise esir düşmüşüz, hapsolmuşuz heveslerimizin peşinde…
Allah’ım sen bizlere hayırlı bir ölüm nasip et…